Mimaride Günışığı
Mimarinin yaşanmasında ışık önemli bir rol oynar. Aynı oda duvarlarındaki
açıklıkların boyutlarının ve yerleşimlerinin değişmesi sonucu çok farklı
mekansal izlenimler verebilir.
Aydınlatma 3 ana başlık alanında gruplandırılabilir;
aydınlık açık mekân,
tepeden ışık alan mekân
ve en tipik olarak yan tarafından ışık alan mekândır.
Işığın her yönden girdiği aydınlık açık mekâna, sıcak iklimli ülkelerden örnek
verilebilir. Bu tip mekân güneşten korunmak amacıyla sütunlar üzerine
yerleştirilen bir çatıdan oluşur. Güney Fransa’da Bordeaux yakınlarındaki
Cadillac kasabasında bir kapalı Pazar yeri örnek yapı olarak verilebilir.
Farklı dönemlerde mimarlar kapalı mekânlarda bu çeşit bir aydınlatma elde
etmeye çalışmışlardır. Her iki yan duvarında büyük pencereleri olan ortaçağ
şatoları, bir dış duvardan diğerine uzanan ve her iki tarafta pencereleri olan
geniş mekânlara sahip sayısız malikâne vardır. Buna Philip C. Johnson’un New
Canaan Connecticut’ta kendisi için yaptığı evdir.

Işığın niceliğinden çok niteliği vardır.
Bundan ’ önden aydınlatmanın’ genelde zayıf bir aydınlatmadır. Işık, kabartıları
olan bir yüzeyin üstüne dik bir açıyla düşerse, minimum gölge ve ona bağlı
olarak da minimum plastik etki oluşur.Bu durumda dokusal etkide zayıf olur
çünkü dokunun algılanması yüzeydeki ufak kabartıların algılanmasına
bağlıdır.Eğer aydınlatılan cisim, ışık yandan gelecek döndürülürse, hem 3
boyutluluk hem de dokusal etki açısından iyi bir izlenim veren bir nokta
blunabilir.
Gölgeli kısımlarda da 3 boyutluluk elde etmek için gerektiği kadar yansımalı ışık
kullanılır.Sonunda konusu, plastik ifade ve doku bakımından belirsiz hiçbir
nokta kalmadan ortaya çıktığında fotoğrafın iyi ışıklandırıldığını söyler.
Eskiden kullanılan ve sahnede oyuncuların ayak hizasına yerleştirilen sahne
ışıkları kostüm ve dekorları güzel gösterirdi.Işık aktörlere aşağıdan
gelirdi.Doğal olarak biz ışığın yukarıdan gelmesine alışık olduğumuz için bu iyi
bir yöntem değildi.Bu yönteme Degas ve Toulouse – Lautrec’in resimlerinde
görürüz.Alttan ışıklandırma tiyatroda bir gelenek haline geldi ve bu yöntemle
gölge oluşturmaları önemli bir unsurdu.Böylece seyirciler dokusal etkileri
kolayca algılayabiliyordu.
Sahne ışıklandırması, ışık miktarından çok, aydınlatma açısının önemli
olduğunu kanıtlamıştır.

Kapalı ve üstü açık mekanda ışık her yerde aynı derecede olacak şekilde
planlanabilir.Tepeden aydınlatılan ve geri kalan kısmı tümüyle kapalı olan bir
iç mekanın en güzel örneği Roma’daki Pantheon’dur.Hiçbir noktada duvarlar mekanı bölen çıkıntılar oluşturmaz,
büyük taş kütle mekanın çevresinde kusursuz bir daire oluşturur.Yarımküre
olan kubbe öyle yüksektedir ki, küre aşağıya doğru tamamlanacak olursa en alt
kısmı yere değer.Diğer bir deyişle duvar silindirin yüksekliği kubbenin
yarıçapına,mekanın yüksekliği gene kendi enine ve boyuna eşittir.Bu uyum
aydınlatmada kusursuzluğun ve görkemin anahtarı olmuştur. Kare ve daire
biçimindeki mermerlerle güzel bir şekilde döşenmiş zemin, tepedeki açıklıktan
gelen ışığın çoğunu alır ve en karanlık noktaları bile aydınlatacak şekilde
yansıtır. Böylece hiçbir yerde simsiyah bir gölge oluşmaz. Korint üslubu sütunları ve kirişleri ile duvarda yer alan nişler, mimari biçimlerini derinliğine
belirginleştirecek şekilde ışık alırlar.
Pantheon’un kopyaları zaman zaman yapılmıştır. Fakat bu kopyalarda, özellikle
tepedeki açık genişletildiğinde ya da duvara yeni açıklıklar eklendiğinde
mekândaki tüm denge ve uyum bozulmuştur.Pantheon’un kesiti dikdörtgen bir
plana uyarlandığında kubbe bir beşiktonoz haline gelip tepedeki dairesel açıklık
ince uzun bir şekil alacaktır.
Örnek olarak Kopenhag’da inşa edilen
katedraldir.Katedralin nefi.. Mimarlar
mihraba doğru gittikçe artan bir ışık etkisi yaratmaya
çalışmışlardır.
Danimarka’daki Faaborg Sanat Müzesi’nde tam tersi uygulanmıştır.İzlenimde doruğa ulaşma etkisi çok aydınlık bir mekanı ufak ve loş bir diğer mekanın takip etmesiyle meydana gelir.Müzede,büyük bir tepe penceresine sahip olan ilk mekan adeta açık hava hissi verecek şekilde aydınlıktır.Sekizgen kubbeli diğer mekan gizemli bir tapınağı andırır.Kubbedeki açıklıktan süzülen zayıf bir ışık, müzenin kurucusu Rasmussen’in siyah taş heykeli üzerine düşer.
Bunu Kai Nielsen yapmıştır.Doğal ışığın
öylesine serbestçe girdiği iç mekanlar gölgesizdir, biçimlerin plastik ifadesi ve dokusal etkileri zayıftır.Bu Kopenhag’ın iki avlulu belediye sarayında görülebilir, avlulardan birinin üstü tamamen açıktır.Binanın ana mekanını oluşturan diğerinin üstü ise tamamen camla kaplanmıştır.Üstü cam kaplı ana mekan sıkıcı ve cansızdır.Östberg, Stockholm Belediye Sarayını tasarlarken Nyrop’un Kopenhag’da yaptığı belediye sarayını ziyaret etmiştir.Binada biri açık biri de kapalı olmak üzere iki avlu vardır.Östberg kapalı avlunun tepesini tamamen camla kapamak yerine üç kenarında pencere bantlarına oturan bir tavan yapmıştır.Bu şekilde tavanın altında yüksek bir kenar aydınlatması elde etmiştir.Tüm mekan Nyrop'un üstü camla kaplı avlusundan daha karanlıktır ve buna karşın onunki kadar gölgesiz ve cansız olmadığı için daha ilginçtir.
Gothenburg'da üstü açık ve kapalı iki avluya sahip başka bir belediye sarayı ile karşılarız.İki mekanı birleştirmeye karar vermiş ve üstü kapalı ana mekanda, açık avluya bakan cam bir duvar yapmıştır.Böylece gün ışığı ana mekana yandan girer.Böylece ışık burada da cam duvarda olduğu gibi yandan girer.Bu tür bir düzenleme yapıda kullanılan kaliteli malzemeleri ortaya çıkaran doyurucu bir aydınlatma sağlar. Gothenburg belediye sarayındaki aydınlatma şekli yalnız yandan aydınlatma yöntemidir.Buna örnek Hollanda evleridir.Hollanda'da toprağın fiziksel şartlarının dışunda bir yapı türünün doğmasına sebep olmuştur.Evler denizden kazanılmış toprak üzerine yapılmıştır.Hollanda evleri'ndeki duvar yapımı için zemine birçok kazık çakmak gerekiyordu. Eski Hollanda evi derinliği fazla,yüksek ve dar kalkan duvarı olan bir binaydı.Alt katlar yaşama alanı olarak, üst katlar ise ihtiyaç duyulan malzemeleri depolamak amacıyla kullanılırdı.Böylece küçük bir yere pek çok şeyi sığdırma olanağı doğardı.Duvarın alt kısmına birçok büyük pencere yerleştirilmiştir.Yan duvarlar komşu evlerle paylaşıldığı için onlarda açıklık yapılamazdı.Bu yüzden ışık sadece ön ve arka cephedeki pencerelerden girebiliyordu.Ön cephe üst tarafta ince bir tuğla duvardan, allta ise ahşap ve camdan oluşuyordu.Cam,önceleri elde edilmesi zor ve pahalı bir malzemeydi.Hava iyi olduğu zaman kepenkler açık tutuluyor,böylece hem içeridekiler dışarıyı seyredebiliyor hem de içeriye bolca ışık girebiliyordu.Kötü havalarda ise yukarıdaki ufak camlardan gelen ışıkla yetinmek gerekiyordu.Sonraları pencerelerin alt bölümleri de camla kapandı. Kepenkler yerinde bırakılarak camlar içeriye doğru açılan kanatlara takıldı.Derin iç mekanları aydınlatabilmek için olabildiğince büyük pencerelere duyulan gereksinim kolayca anlaşılabilir.Dört kepenkli sistemi mükemmelleştiren Hollandalılar daha da ileri gitmiş,pencerelerine perde ve kumaş asmışlardır.Hollanda evlerinin içlerini gösteren eski tablolar incelendiğinde ince tül perdelerin yanı sıra ağır ve kalın kumaşlardan yapılan perdelerinde kullanıldığı ve böylece karanlık duvarlarla aydınlık pencere açıklığı arasında yumuşak bir geçişin sağlandığı görülür. Zengin Hollandalı tüccarların,bölgenin sert ikliminden dolayı,güneylilere göre evlerinde daha çok zaman geçirmeleri ve bu yüzden evlerinin döşemesine, İtalyanlar için daha önemli olan oda biçimlerinden çok daha fazla ilgi göstermeleridir.Evlerini Doğu'dan gelen halı ve porselenlerle doldurdular ; ağır ve güzel mobilyalar satın aldılar ve elbiselerini en kaliteli kumaşlardan yaptırdılar. Çoğu Hollanda evinin alt katı yüksek tavanlıydı.Rembrandant'ın evi örnektir.Ayrıca ışık etkilerini de en etkin biçimde kullanmıştır.
Danimarka’daki Faaborg Sanat Müzesi’nde tam tersi uygulanmıştır.İzlenimde doruğa ulaşma etkisi çok aydınlık bir mekanı ufak ve loş bir diğer mekanın takip etmesiyle meydana gelir.Müzede,büyük bir tepe penceresine sahip olan ilk mekan adeta açık hava hissi verecek şekilde aydınlıktır.Sekizgen kubbeli diğer mekan gizemli bir tapınağı andırır.Kubbedeki açıklıktan süzülen zayıf bir ışık, müzenin kurucusu Rasmussen’in siyah taş heykeli üzerine düşer.
Bunu Kai Nielsen yapmıştır.Doğal ışığın
öylesine serbestçe girdiği iç mekanlar gölgesizdir, biçimlerin plastik ifadesi ve dokusal etkileri zayıftır.Bu Kopenhag’ın iki avlulu belediye sarayında görülebilir, avlulardan birinin üstü tamamen açıktır.Binanın ana mekanını oluşturan diğerinin üstü ise tamamen camla kaplanmıştır.Üstü cam kaplı ana mekan sıkıcı ve cansızdır.Östberg, Stockholm Belediye Sarayını tasarlarken Nyrop’un Kopenhag’da yaptığı belediye sarayını ziyaret etmiştir.Binada biri açık biri de kapalı olmak üzere iki avlu vardır.Östberg kapalı avlunun tepesini tamamen camla kapamak yerine üç kenarında pencere bantlarına oturan bir tavan yapmıştır.Bu şekilde tavanın altında yüksek bir kenar aydınlatması elde etmiştir.Tüm mekan Nyrop'un üstü camla kaplı avlusundan daha karanlıktır ve buna karşın onunki kadar gölgesiz ve cansız olmadığı için daha ilginçtir.
Gothenburg'da üstü açık ve kapalı iki avluya sahip başka bir belediye sarayı ile karşılarız.İki mekanı birleştirmeye karar vermiş ve üstü kapalı ana mekanda, açık avluya bakan cam bir duvar yapmıştır.Böylece gün ışığı ana mekana yandan girer.Böylece ışık burada da cam duvarda olduğu gibi yandan girer.Bu tür bir düzenleme yapıda kullanılan kaliteli malzemeleri ortaya çıkaran doyurucu bir aydınlatma sağlar. Gothenburg belediye sarayındaki aydınlatma şekli yalnız yandan aydınlatma yöntemidir.Buna örnek Hollanda evleridir.Hollanda'da toprağın fiziksel şartlarının dışunda bir yapı türünün doğmasına sebep olmuştur.Evler denizden kazanılmış toprak üzerine yapılmıştır.Hollanda evleri'ndeki duvar yapımı için zemine birçok kazık çakmak gerekiyordu. Eski Hollanda evi derinliği fazla,yüksek ve dar kalkan duvarı olan bir binaydı.Alt katlar yaşama alanı olarak, üst katlar ise ihtiyaç duyulan malzemeleri depolamak amacıyla kullanılırdı.Böylece küçük bir yere pek çok şeyi sığdırma olanağı doğardı.Duvarın alt kısmına birçok büyük pencere yerleştirilmiştir.Yan duvarlar komşu evlerle paylaşıldığı için onlarda açıklık yapılamazdı.Bu yüzden ışık sadece ön ve arka cephedeki pencerelerden girebiliyordu.Ön cephe üst tarafta ince bir tuğla duvardan, allta ise ahşap ve camdan oluşuyordu.Cam,önceleri elde edilmesi zor ve pahalı bir malzemeydi.Hava iyi olduğu zaman kepenkler açık tutuluyor,böylece hem içeridekiler dışarıyı seyredebiliyor hem de içeriye bolca ışık girebiliyordu.Kötü havalarda ise yukarıdaki ufak camlardan gelen ışıkla yetinmek gerekiyordu.Sonraları pencerelerin alt bölümleri de camla kapandı. Kepenkler yerinde bırakılarak camlar içeriye doğru açılan kanatlara takıldı.Derin iç mekanları aydınlatabilmek için olabildiğince büyük pencerelere duyulan gereksinim kolayca anlaşılabilir.Dört kepenkli sistemi mükemmelleştiren Hollandalılar daha da ileri gitmiş,pencerelerine perde ve kumaş asmışlardır.Hollanda evlerinin içlerini gösteren eski tablolar incelendiğinde ince tül perdelerin yanı sıra ağır ve kalın kumaşlardan yapılan perdelerinde kullanıldığı ve böylece karanlık duvarlarla aydınlık pencere açıklığı arasında yumuşak bir geçişin sağlandığı görülür. Zengin Hollandalı tüccarların,bölgenin sert ikliminden dolayı,güneylilere göre evlerinde daha çok zaman geçirmeleri ve bu yüzden evlerinin döşemesine, İtalyanlar için daha önemli olan oda biçimlerinden çok daha fazla ilgi göstermeleridir.Evlerini Doğu'dan gelen halı ve porselenlerle doldurdular ; ağır ve güzel mobilyalar satın aldılar ve elbiselerini en kaliteli kumaşlardan yaptırdılar. Çoğu Hollanda evinin alt katı yüksek tavanlıydı.Rembrandant'ın evi örnektir.Ayrıca ışık etkilerini de en etkin biçimde kullanmıştır.
Fakat Hollanda'da o dönemin iç mekan aydınlatmasını en iyi biçimde belgeleyen Jan Vermeer'in
tablolarıdır.
Buckingham Sarayı'nın resmedilmiş Vermeer Tablosunda tüm kepenkleri açılmış haliyle
görülmektedir.
Philadelphia'da bulunan ve inci küpe takan bir kızın resmedildiği Vermeer tablosunda ışık en dipteki
pencerenin sadece üst bölümünden gelmekte ve perdeler tarafından loşlaştırılmaktadır.
Vermeer'in
çağdaşı Pieter de Hooch da doğal ışıkla çalıştı.Ana şefkati Rijks Müzesi Amsterdam alt kepenkler
kapatılmış,üst kepenkler ise tavana sabitleniş.
Bugün Hollanda'da bu eşsiz kepenk sistemine sahip pencerelere sadece restore edilmiş eski evlerde
rastlanır.
Goldoni'nin evinden iç mekan Venedik geleneklerine uygun olarak pencereler yan duvarlara bitişik
yerleştirilmiştir.
Le Corbusier pencerelerin önüne beton kafesler yerleştirmiş ve ışığı odanın derinliklerine ulaşacak
şekilde ayarlamaya çalışmıştır.Bunun sonucunda yan duvarlar iyi aydınlanmış ve odanın içindeki
her şey Le Corbusier'in hayran olduğu bir berraklığa kavuşmuştur.
Modern mimarların sık sık karşılaştığı problemlerden biri de geniş bir mekanın değişik
kısımlarının iyi ve eşit şekilde aydınlatılmasıdır.Dam penceresi kullanmak o kadar iyi
değildir.Bunun çözümü her bölümünü kusursuz şekilde aydınlatmaya yaratan şed
çatılarıdır.
Frank Llyod Wright, açık plan olarak adlandırdığı düzende tasarladığı evlerde,duvar ve bölmelerin tavana kadar uzanmadığını,tepede açıklıklar için yer bırakıldığını görürsünüz.
Buna rağmen Wright'in iç mekanları genellikle karanlıktır.Çünkü büyük pencerelere karşın,geniş saçaklar ve çevredeki açıklıklar ışığın çoğunu keser.Wright,normal olarak gölgede kalacak ve ilginç dokusal etkileri gizleyecek köşeleri uzun,alçak bir pencere,üçgen bir cam parçası ya da alışılmışın dışında başka bir yöntem kullanarak aydınlatır.Bunun sonucunda gölgeler aydınlanır.Ronchamp'ta yaptığı kilisede ise dolaylı aydınlatmaya dayanan ve mantıktan çok duygulara hitap eden loş bir iç mekan oluşturmuştur.Burada biçimler hiçbir zaman tam olarak belirginleşmezler.
Frank Llyod Wright, açık plan olarak adlandırdığı düzende tasarladığı evlerde,duvar ve bölmelerin tavana kadar uzanmadığını,tepede açıklıklar için yer bırakıldığını görürsünüz.
Buna rağmen Wright'in iç mekanları genellikle karanlıktır.Çünkü büyük pencerelere karşın,geniş saçaklar ve çevredeki açıklıklar ışığın çoğunu keser.Wright,normal olarak gölgede kalacak ve ilginç dokusal etkileri gizleyecek köşeleri uzun,alçak bir pencere,üçgen bir cam parçası ya da alışılmışın dışında başka bir yöntem kullanarak aydınlatır.Bunun sonucunda gölgeler aydınlanır.Ronchamp'ta yaptığı kilisede ise dolaylı aydınlatmaya dayanan ve mantıktan çok duygulara hitap eden loş bir iç mekan oluşturmuştur.Burada biçimler hiçbir zaman tam olarak belirginleşmezler.
Ronchamp,Meryem Ana'nın Katolikler için kutsal bir önemi olan mucizevi
figürüne adanmış bir tapınaktır.Kilise,Haute Saone bölgesinin en yüksek noktasına hakim bir
durumda görülür.Kiliseye ilk girdiğimzde göze çarpan ilk şey içerisinin çok karanlık
olmasıdır.Gözümüz karanlığa alıştıkça duvarları sezmeye başlarsınız ve içerde de dışarıda olduğu
gibi hiçbir düz yüzey ya da tekrar eden belirgin bir düzen olmadığını fark edersiniz.
Bu olağanüstü tapınakta Le Corbusier mimariye yeni bir katkıda bulunmuş ve gün ışığının sanatçılar için ne kadar üstün bir ifade aracı olduğunu çarpıcı bir şekilde göstermiştir.
Bu olağanüstü tapınakta Le Corbusier mimariye yeni bir katkıda bulunmuş ve gün ışığının sanatçılar için ne kadar üstün bir ifade aracı olduğunu çarpıcı bir şekilde göstermiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder